26 Temmuz 2013 Cuma

arada kalan albumler - Local Natives - Hummbingbird

seneyi yarılayıp asla gerçekleşmeyeceğini bir kez daha anladığımız hayallerimizi kışa kadar zihnimizin üst köşelerine yollayınca insan yeni şeyler arıyor. kimisi yemek yapmaya sarıyor kimisi yıllar önce alıp hiç okumadığı kitaplara sarılıyor. kimisi eski sevgililerini arıyor. aslında herkesin derdi aynı: can sıkıntısı.

'şu anda dünyada...' diye başlayıp akla zararsız ve altı boş klişe istatistikler vardır ya, hep düşünürüm biri de neden şu anda dünyada kaç kişinin canının sıkıldığını sormaz? bu klişe uyduran adamın da muhakkak canı çok sıkıldığı için böyle birşey uydurmuş olmalı.

canı sıkılan insanlar için arada kalmayı hak etmeyen, piyasanın reklam ve pazarlama payından nasibini büyük balıklar yüzünden alamamış harika albümlerini dinliyordum bir süredir. yazıyı asıl konuya bağlayalım:



Local Natives

İlk albümleri Gorilla Manor'un başarısı ile beklentileri yükselten Local Natives, 2011'den basçısı Andy Hamm'ın ayrılmasından sonra büyük bir çıkmaza doğru sürükleniyordu. Grup içinde ayrılış haberinin yarattığı huzursuzluk yeni işler ortaya çıkarmalarında zorluk çıkarsa da The National ile birlikte çıktıkları Amerika turunda, The National'ın söz yazarı ve çoklu enstrüman çalan üyesi Aaron Dessner'ın desteği ile yola tekrardan koyuldular. 






müzik dünyasında birilerini birilerine benzetmenin sonu yoktur. Keza, sound olarak Fleet Foxes, Animal Collective, Grizzly Bear ve Band of Horses gibi gruplarla sıklıkla karşılaştırılan grubun tüm bu benzerlerinden ayrılan güzel bir yanı sözlerinin çok daha anlamlı ve duygusal olarak parçalayıcı olması. Hummingbird'e oldukça hissedilen bu özelliğin en büyük payı Dessner'ın yer alması desek yanlış olmaz. Heavy Feet şarkısındanki alkışlar, ek gitarın yarattığı hafif kasvet, albümün hit parçalarından Breakers'da yer alan baslar ve kapanış şarkılarından Mt. Washington'daki tamborin ve org sesleri de Dessner'in albüm sound'ına yaptığı büyük bir katkıyı gözler önüne seriyor. albümde yer alan onuncu şarkı; Colombia'yı özellikle dikkatle dinlemenizi tavsiye ediyorum. kasvetli ama duygusal olarak ruhu doyuran, çaresizliği çok güzel anlatan özel bir parça.

Hummingbird ile Local Natives, yüzümüze küçük gülücükler konduran, zaman zaman duygusal çaresizliğimizle bizi başbaşa bırakan çok güzel bir iş çıkarmışlar. umarım bundan sonra Dessner'in desteği ile yol almaya devam ederler. 

albümün en güzel parçaları:

1. You&I
10. Colombia


22 Temmuz 2013 Pazartesi

ege, peynir ve hayal kırıklığı

Barış Bıçakçı “Sinek ısırıklarının müellifi” isimli romanında esas adam Cemil’in görünmez bir fanusun içindeymişcesine sıkıcı ve kasvetli yaşantısı anlatırken içimizden hep “başka türlüsü olmaz mıydı?” cümlesini kurmaya zorluyor.

Cemil bir keresinde kendi kendine şöyle diyor: “en başa dönmek mümkün; Nazlı’yla Cemil en genç ve en çıplak halleriyle uzak bir sahilde bekliyorlar. Cemil o uzak sahile gittiğinde, orada kendisini ve Nazlı’yı değil, hayatın gerçeklerini buluyor: başka genç kadınlar ve genç erkekler. Arzunun yeni hükümdarları.”

Bıçakçı’nın cümlelerini okuduğumdan beri tatlı bir olgunlaşma hissediyorum. Etrafımdaki insanlar kadehleri tokuştururken -insan ne zaman olgunlaştığını anlar?, sorusuna verilen farklı cevapların doğrulunu onaylıyorum. Kimisi her neşenin altında bir hüzün aradığında, kimisi düşünmekten hareket edemediğinde diyor. Ancak Cemil’in sözleri bambaşka bir şeyleri ifade ediyor. İnsan kendini daha fazla kandıramayacağını hissettiğinde adımlarını tutarlı atmaya başlıyor. En başa dönüp dönmemek mesele değil. gerçeklerle yüzleşme cesaretini gösterirsen her şeyi aşabilirsin. Çünkü döndüğün sahillerde aradığını bulamayacaksın.  Başka türlüsünün olup olamayacağını düşünerek günlerini geçirmek ise büyük bir yıkım. Fazla düşünmeden önüne bak.



İnsanın kurduğu hayaller hayatta yaptığı kilometre taşlarıyla doğru orantılı derler. Yıllar geçtikçe tutarlı hayaller kurmanın sebebi bu olsa gerek. Gecenin on ikisinde ege’nin buz gibi soğuk sularına kendimi atarken, bir daha hayalkırıklığına uğramak istememenin hayalini kuruyorum ben.

Çünkü dün benim doğum günümdü. Doğum günü playlisti:


1- TheTwilight Sad - Thatsummer, at home i had become the invisible boy
2-The Temper Trap - SweetDisposition
3-David Bowie – All the young dudes
4-Arctic Monkeys – From the ritz to the rubble
5-Local Natives - Colombia

14 Temmuz 2013 Pazar

toprağa basınca

betonarme yapıların soğuk gölgelerinde benliğimizi öylesine unutmuşuz ki, yolda yürürken karşıma büyük bir kara kaplumbağası çıkınca ölesiye şaşırıyorum. kişiliğimizi geliştirmenin yollarını ararken bizi ısrarla durdurmaya zorlayan "gündelik hayat sorunları" yüzünden cinsiyetçi küfürler ağzımıza slogan olmuş. doğada cinsiyet yok. hayatta kal yeter. aslında şehirde için de geçerli bir durum bu. belki de bunun için kişisel gelişime önem veriyoruz: para kazanmalıyız. din ile. dil ile.

on iki gündür garip bir yolculuğun içindeyim ben. uzun yıllardır aklımda olan bir şeyi yapıyorum. çantamı, çadırımı, uyku tulumumu aldım. İstanbul'dan Asos'a kadar yürüdüm, otostop çektim, otobüse de bindim.eninde sonunda toprağa basacağım dedim. tek amaç buydu. planlara boğulmadan, eş dosta uğrayarak nefes alarak kendimle girdiğim savaşta zafer kazanıp kazanamayacağımı görmek..

sanırım gördüm. aylardır çırpındığımız özgürlük mücadelesine kendi davamı iliştirerek ruhumu rahatlattım. ve biliyor musunuz ne öğrendim: onlar asla kazanamayacak.




top 5 yolculuk playlisti:

2 Temmuz 2013 Salı

en iyi 19 glastonbury 2013 performansı

Glastonbury Festivali bu sene de kendine doyuramadı. her ne kadar BBC'nin uyuz ve yetersiz stream'ine kalsak da direnip gece yarılarına kadar birçok canlı performansı izledim. hayatımızın en ilginç anlarını yaşadığımız şu günlerde mavi, yeşil, sarı ve mor ışıklı sahnelerin büyüsüne bir kez daha kapılırken ne olursa olsun iyiki de İstanbul'dayım dedim.

görünüşte çok iddalı bir işe kalkıştığım anlaşılıyor. gidip yerinde gören olanlara belki haksızlık olacak, ama asla ekran başından yargılayıp da bundan iyisi olamaz ahkamları kesmeyeceğim. izlerken kendimi kaptırdığım, motoru satıp orada olmalıydım dediğim, unutulurs ayıp olacak bazı performansları seçtim. gelin acıma birlikte ortak olun.


Foals- Inhailer

Spanis Sahara ile arasında seçim yapmakta zorlandığımı itiraf etsem de, komşu ülkeli solist Yannis Philippakis'in sahneden soyutlandığı Inhailer seçim yapmamı biraz daha kolaylaştırmış oldu. one love acısı yüreklerimizde tazeyken bu sene çok çok şey kaçırdığımızı şimdi daha iyi anlıyoruz :(


Arctic Monkeys - Corner Stone

Alex Turner'ı izlerken resmen bu adamı sahnelerde büyüttüğümü düşündüm. 2006'dan bu yana nasıl da mükemmel performanslar sergilediğini gururla izliyorum.


Arctic Monkeys - Are you mine

asla bir gruptan iki ayrı performans koymam gibi bir kural yok. hakkını veren çıkar yazıya! (pitchfork halt etmiş) are you mine ilk gün performanslarının en çok konuşanlarından...



Miles Kane - Come Closer

Alex kardeşimizden bahsettikten sonra Miles kardeşimizin de listede yer almaması inde rock alemine resmen hakaret olurdu. Miles Kane, ilk birbuçuk dakikalık introsu Mick Jagger'la kapışır nitelikte.



Dizzie Rascal - Bonkers

Dizzie f**kn Rascal'ın hangi performansı kötü olabilir ki? Bonkers'la Dizzie'nin stage dive yaptığı anların çılgınlığına kendini kaptırmamak zor.



Tom Tom Club - Genius of Love
Talking Heads'den tanıdığımız Tina Weymouth ile Chris Frantz çok sade ve tatlı bir performansa imza atmışlar. Gözlerden kaçmasın.



Tame Impala - Elephant
Sahnede deneysellik arayanlar bu performans ile yeteri kadar tatmin olacaklardır.



Alt-J - Breezeblocks

2012'nin tüm övgülerini sonuna kadar haketmişti Alt-J. Bu onların ilk Glastonbury'siydi ve oldukça da güzel çaldılar.



Chic feat. Nile Rodgers - Good Times
Sahnedeki cümbüşü kıskanmamak elde değil.



Palma Violets - Best of Friends



Primal Scream
canlı performanslarının çok büyük hayranı olduğum Primal Scream yine beni şaşırtmayarak Glastonbury'de belki de festivalin en güzel performasına imza attılar.


Public Enemy - Don't Believe The Hype'
Sadece bas performansına dikkat çekmek istiyorum. gerisi zaten olayı bitirmiş...



Johnny Marr - New Town Velocity
Ekran başında izlerken hep içimden keşke Morrissey ile başlayan cümleler kurup durdum. Marr bu sene çok özel bir geri dönüşle Glastonbury'de kendine yer buldu. Festivale gitme fırsatı bulmuş olsaydım Marr'ı en önden izlemeyi isterdim. Sadece Marr'ı.



Cat Power - Metal Heart



Solange - Losing You
Kendisini ilk kez dinleme fırsatı bulduğum Solange'nin sempatikliğine bittim.


Boby Womack - Please Forgive My Heart
Böyle güzel bi performanstan sonra Boby Womack'ın ellerinden öpmek istiyorum.


Crystal Castles - Plague
Henüz şarkının kaydı düşmese de tüm setlistten ilk parçayı dinlemeniz hatta hepsini dinlemeniz tavsiye olunur. Crystal Castles çok çok iyiydi.




Phoenix - Entertainment
Sırf davulcunun performansı için oturulur izlenir.



Mumford and Sons - Help From My Friends
ben kendilerinden böylesine harika bir performans beklemiyordum doğrusu.



Notlar:
*Bu arada hakkın veremeyip beni ciddi hayal kırıklığına uğratanlar da olmadı değil: The Vaccines, Professor Green, Daughter bunlardan birkaçı.
*BBC'nin ingilitere dışından online olarak izlenememesi başlı başına bir sorun oldu. youtube'dan da stream edilmeyen yayının tez zamanda eski haline dönmesini diliyorum.
*Rolling Stones'un performansına dair söyleyecek çok bir şey yok. Her zamanki efsaneviliğini korumaları dışında youtube'a hala videolarının düşmemiş olması yüzünden en iyi performanslar sıralamasına koyamadım.
*Aynı şekilde birçok grup ve şarkıcının youtube'a performanslarının eklenmemesi listede standart sapmalara neden oldu. çok üzüldüm.
*Alex Turner'ın ceketi Mick Jagger'ınkinden daha havalıydı.
*Johnny Marr'ın üzgün bir hali vardı. ya da ben çok mu duygusallaştırdım.
*Tame Impala'yı Piramit Sahnede hava kararınca çıkarsalarmış festivalin en harika performansını garantilerlerdi.
*Azealia Banks'ın kostümünü Super Mario'daki dinazora benzeten bir haber okudum. Hala gülüyorum.
*Elvis Costello yıllardır festivalin gizli golcüsü olduğunu bir kez daha göstermiş. Helal sana Elvis.
*Vampire Weekend'in sahne tasarımı ne kadar da tatlı olmuştu.
*The XX'den yine bir Florance Welch sürprizi beklemedim değil.
*Alex Turner'ın neden amerikan aksanıyla konuşmaya çalıştığını hala kimse bilemiyor.
*Nick Cave ne olur saçlarını boyamasın artık.
*Daughter'ın sıkıcı seyircisi performanslarını da etkilemiş gibi.
*John Bramwell'in (i am kloot) hakkı yeniyor. daha fazla önemsenmeli.
*Jake Bugg'ın heyecanı yüzünden belli oluyordu. 19 yaşında Glastonbury'e çıkmak.. Ben olsam ben de heyecandan ölürdüm sanırım.
*Tom Smith (The Editors) yaşayan en iyi canlı vokallerden. son albümleri kötü kendisi bomba gibi.
*Cat Power'ın yeni imajını bir tek ben mi beğenmedim?
*Miles Kane'in Alex Turner'ı sahneye davet edip Standing next to me'yi söylemeleri de unutulmasın.
*Damon Albarn'ın piyanosuyla Bobby Womack'ın Stupid şarkısına eşlik etmesi harikaydı.
*Thom Yorke Nigel Godrich'ın birlikte çaldığı dj sete ulaşabilen varsa bana da haber versin.