kadehleri yarılamadan kovadaki buzların hepsi eriyor. hava sanki hayata küsmüş. öyle salmış kendini sıcaklara. biz rakı içerken arada duraklıyoruz. çay içiyoruz. bunu yeni öğrendik. iki dublede bir mideye giren sıcaklık hem tüm harareti alıyor hem de rakının bünyede deştiği yaraları ısıtıyor.
"insan büyük konuşmamalı Basti" diyorum. kel kafasına yansıyan ışık hüzmesi gözümü alırken yüzüme anlamsızca bakıyor. böyle genellemelerden genellikle haz etmez. digitürk'ün seksenler radyosu kulaklarımızı bayram etmiş. işte bu yüzden bile büyük konuşmamalısın. digitürk'ten nefret ettim senelerce. şimdi eve gelince ilk işim o radyoyu kumandayla açmak oluyor. dedem olsa kızardı. kumandayla radyomu açılırmış? eski hasır radyolar vardı eski şarkılar daha güzeldi ve belki de eski insanlar.
freanks beni duymuş olmalı. -ve sıradaki şarkı Simon & Garfunkel - Sound of silence..
içimden küfrediyorum: -tüm acılara gelsin! Almost Famous filminde çok güzel bir söz vardı.
'Bazı şarkılar bize acıdan başka hiçbir şey vermediler. Simon & Garfunkel bize acıdan başka bir şey vermedi.'
acı dediğin şey bencillikten başka hiçbir şey değil aslında. acı çekmeye programlı bünyeler olarak dünyaya geldiğimiz için etki-tepki reaksiyonunun en güzel örneğini sergileyen bir eylem gözüyle bak ve geç. bir de asıl sıkıntı, acı vermesine verirsin de alamazsan sonun kötü olur. böyle de lanet birşey.
buradan 1968 yapımı The Graduate filmine ve Dustin Hoffman'ın son sahnesine geçiyorum. çünkü günlerdir aklımdan çıkmıyor. uğruna savaştığın şeyler vardır. hatta hayallerin yoktur bazen. sadece savaşların vardır ve onlar bir bakmışsın hayatının anlamı olmuş. kazanmadan seni ele geçirmiş. ya kazanırsan? o zaman ne olacak? hani acıya müptelaydık?
yeni bir acı gelmeden eskisini sonlandırmamak gerek. hayat denilen film bitene kadar normal kalmak için en mantıklısı bu. ama her şeyden önce; uğruna savaşacağın bir şeyler ya da birileri olmalı.
acı varsa kazanırsın.
Dinleti listesi: