30 Ağustos 2013 Cuma

sessizliğin sesi


kadehleri yarılamadan kovadaki buzların hepsi eriyor. hava sanki hayata küsmüş. öyle salmış kendini sıcaklara. biz rakı içerken arada duraklıyoruz. çay içiyoruz. bunu yeni öğrendik. iki dublede bir mideye giren sıcaklık hem tüm harareti alıyor hem de rakının bünyede deştiği yaraları ısıtıyor. 

"insan büyük konuşmamalı Basti" diyorum. kel kafasına yansıyan ışık hüzmesi gözümü alırken yüzüme anlamsızca bakıyor. böyle genellemelerden genellikle haz etmez. digitürk'ün seksenler radyosu kulaklarımızı bayram etmiş. işte bu yüzden bile büyük konuşmamalısın. digitürk'ten nefret ettim senelerce. şimdi eve gelince ilk işim o radyoyu kumandayla açmak oluyor. dedem olsa kızardı. kumandayla radyomu açılırmış? eski hasır radyolar vardı eski şarkılar daha güzeldi ve belki de eski insanlar. 

freanks beni duymuş olmalı. -ve sıradaki şarkı Simon & Garfunkel - Sound of silence..
içimden küfrediyorum: -tüm acılara gelsin! Almost Famous filminde çok güzel bir söz vardı.

'Bazı şarkılar bize acıdan başka hiçbir şey vermediler. Simon & Garfunkel bize acıdan başka bir şey vermedi.'

acı dediğin şey bencillikten başka hiçbir şey değil aslında. acı çekmeye programlı bünyeler olarak dünyaya geldiğimiz için etki-tepki reaksiyonunun en güzel örneğini sergileyen bir eylem gözüyle bak ve geç. bir de asıl sıkıntı, acı vermesine verirsin de alamazsan sonun kötü olur. böyle de lanet birşey.

buradan 1968 yapımı The Graduate filmine ve Dustin Hoffman'ın son sahnesine geçiyorum. çünkü günlerdir aklımdan çıkmıyor. uğruna savaştığın şeyler vardır. hatta hayallerin yoktur bazen. sadece savaşların vardır ve onlar bir bakmışsın hayatının anlamı olmuş. kazanmadan seni ele geçirmiş. ya kazanırsan? o zaman ne olacak? hani acıya müptelaydık? 

yeni bir acı gelmeden eskisini sonlandırmamak gerek. hayat denilen film bitene kadar normal kalmak için en mantıklısı bu. ama her şeyden önce; uğruna savaşacağın bir şeyler ya da birileri olmalı. 

acı varsa kazanırsın.


Dinleti listesi:






19 Ağustos 2013 Pazartesi

Vestival ama başka bi vestival

Birkaç ay önce Kanye West'in Yeezus albümünü dinlerken hayatın başka tadları da varmış dediğimi hatırlıyorum. Yeezus, farklıydı. her farklı olan şey güzel olacak diye bir şey yoktur. oysa ben sadece güzele hakkını verecekse "güzel" derim. rock müzik şimdi çok farklı. bu konuda istediğiniz kadar kendinizi kandırın. güzelliği tartışılır ama, o eski ihtişamın olmadığını bal gibi biliyorsunuz. Mick Jagger gibi bir adam her şeye sahipken;

"you can't always get what you want 
but if you try sometimes you just might find
you'll get what you need" 

sözlerinden oluşan bir şarkı yazdıysa eğer, "bu; hayat sen büyüksün. istediğimi alamasam da ihtiyacım olanı başka tatlarda bulurum" demek oluyor.

aslında yazıya ilham olan Rolling Stones'un 69 seneli şarkısı You can't always get what you want olsa da değineceğim konu farklı bir müzik türünün çalındığı çılgın bir festival hakkında olacak.


Hani bazı dönemlere damgasını vuran şarkılar vardır. alakan bile yoktur ama sen istemesen de o vurmuştur. söyleyenden çok şarkıyı bilirsin. bu şarkıların gücü öyle büyüktür ki yaşananların bile önüne geçtiği zamanlar olur. son dönemlerimizde hepimize ait bir şarkı var böyle. hepimizin duyunca acılarını unuttuğu. bir duvar yazısıyla hayatımıza uyarlanıp özgürlük hikayelerimizin fon müziği olduğu. benim gibi çok alakasız adamların bile duyunca kendinden geçtiği..

Vestival isimli İstanbul'un ilk urban festivali. 30 -31 Ağustos tarihleri arasında Maçka Küçükçiftlik Park'ta hip&hop, r&b, dubstep gibi farklı ve popüler müzik türlerinde 50 cent, Ne-YO, Inna, Akon, Far East Movement gibi çığır açmış isimleri ayağımıza getiriyor. Ayrıca dedim ya, duyunca biz çapulcuların marşı olmuş şarkının sahibi LMFAO'da var.


başka tadlarla tanışmanın seni yoldan çıkarmadığına tanık olmak bir keşfedilme anıdır. keşfettikçe seversin ve kendini mahrum bırakmak istemezsin. siz de güzele hakkını veriyorsa güzel deyin. en önemlisi de içinizde ışık oyunları oynayacak, adrenalinden ya da acıdan kıvrandıracak hisler yaratıyorsa peşinden gidin.

hayat çok kısa. beni mutlu eden şeylerden mahrum kalamam.
sırf o şarkıyı dinlemek için bile Vestival'e giderim.




12 Ağustos 2013 Pazartesi

insan hayvanı

Maradona çocukken kendini belli etmiş. aya bile çalım atmış, güneşi ayaklarına kapatmış. adına kiliseler kurulmuş. tüm dinlerden daha çok saygı duyulmuş. hayatta en çok saygı duyduğum insanlardan.

bazı insanlar özeldir ve öyle doğar. ilk andan itibaren anlarsın bunu. zaman akıp gitmez onların elinden. onlar zaman gibi birçok şeyin efendisidir. en çok da neler yapabileceklerinin farkındadırlar. onlar gibi olunmaz aslında. öyle doğarsın.

peki hayvanlar? hayatlarını insanların süt ve et tüketimine veren inekler var mesela? onlara kim haksızlık edebilir? yolda yürürken köyün birinde bir çocuk peşime takılıyor. gözlerinden güneş fırlamışcasına hayat dolu bakıyor. "abi yolculuk nereye?" "nereye istersem" diyorum. hızıma yetişmek için adımlarını ayağındaki babasının ayakkabına yakışır derecede büyük atıyor. 

"ya kaybolursan?"
"sen buradasın ya. gelirim buraya... geleyim mi?"
"ayıp ettin abi. gel sana bir kola ısmarlayayım."

içim eriyor. sebepsizce mutlu olduğunu bilip ömür boyu hatırlanacak anlardan biri bu.

çocuklar ve hayvanları bir kenara bırakmayı asla hayal edemeyiz. onlardır özel olanlar. Murathan Mungan'ın dizeleri gibi biraz; "Biz büyüdük ve kirlendi dünya" gibidir biraz..
ölüm ve yaşamın bu kadar önemsiz olduğunu bilenler bunun değerinin farkındadırlar. aynı zamandan toprağın susuz ve acımasızlığına saygı duyarlar. doğadan korkmazlar. 
insan neden doğadan korksun ki?

Yakup Kadri, Yaban'da insanoğlunun doğa ile sınavına değinir aslında. toplum koskocaman bir ayakbağıdır. cahillik ise en büyük düşmandır. hem insanoğlunun hem de doğanın. bir bölümünde üstat şu sözleriyle durumu çok güzel özetler;
"Biliyordum ki, toprak kati ve tabiat zalimdir ve insan cinsi bozuk bir hayvandan başka bir şey değildir; biliyordum ki, insan hayvanların en kötüsü, en bayağısı ve en az sevimli olanıdır."

  

Almanya'daki bir hayvanat bahçesinin bir bölümünde "Şimdi dünyanın en tehlikeli yaratığına bakıyorsunuz" yazıyormuş. içeri girenler koskocaman bir dev ayna ile karşılaşırlarmış. hayvanları insanlara takdim edip eziyet edenler tarafından ne kadar da aşağılık bir hamle. yine de insanı düşündürmeye itiyor.

çocukken sokaklarına tükürdüğüm semtleri bir süre sonra ziyaret edince vicdan azabı duyardım. tükürmek ayıptır çünkü. daha da kötüsü doğaya hakarettir. insanın yüzüne tükürmelisin. en aşağılık ve canisine. hayvanlara ilk defa güneşi gösterenlere, el kadar günahsız çocuklara tecavüz edenlere, hak yiyenlere, kalbimizi kıranlara...

bu arada dünya fil gününüz kutlu olsun.











Dinleme listesi:

Bob Marley - Buffalo Soldier
Roger Hodgson - London
David Bowie - Cat People
Pink Floyd - Cirrus Minor
I am Kloot - Because



4 Ağustos 2013 Pazar

her şey filmlerdeki gibi olsun & Mauvais Sang



Onunla yaşamak çok güzel! Bana bir kaşifin,bir araştırmacının gözleriyle bakıyor.Paha biçilmez bir keşifmişim,bir sorunun çözümüymüşüm gibi.. Derinlerinde gizli bir sırrı var. Bazen çok yakınına kadar ulaşabiliyorum o sırrın ama çoğu zaman milyonlarca ışık yılı uzaktayım.Tuhaf değil mi? Bir bilmece sanki. Bu bilmece çarçabuk çözülürse aşkımız biter belki, yada sonsuza kadar sürer. 


neden her şey filmlerdeki gibi olsun istiyoruz? ben de öyle istiyorum sonuçta. utanmıyorum. belki benim seçeceğim bir film gibi olsun. festivallerin en can alıcı filmlerinden biri mesela. sonu asla mutlu bitmeyen. ne zaman mutlu bir son görünce gerçekten mutlu olduk ki?

siddartha'da acı üzerine söylenmiş çok güzel bir söz vardı; "verdiğimiz kadar alamadığımızda duyduğumuz duygu." herşeyin sebebi acı çekmekse eğer hepimizin sonu yine acı çekmek oluyor.

Bir adam düşünün. önce kitaplarını terk ediyor. sonra motorunu ve onu seven kadını. başkasına aşık oluyor. ona asla aşık olmayacak birine. birbirlerini sevmedikleri halde sevişen insanların yakalandığı bir hastalığın virüsünü ele geçirip yok ederek yeni bir hayata başlamak istiyor. belki o zaman, aşık olduğu kadın onu sever. belki de hayatta en önemsiz şeyin bu olduğunu fark eder. Mauvais Sang, asla iyileşmeyecek yaralarımızı okşarken aşkın kimine göre saf acı, kimine göre hayal kırıklığı, kimine göre ise bilmece olduğunu gözler önüne seriyor.

tüm çareler tükenirse bir gün sonunu getirmekten korkmayan insanlara gün doğar. yalnızlardır. ve daha kötüsüne sahip olamayacaklarını bilirler. tıpkı Ahmet Erhan'ın dediği gibi;

"ben yalnız bir adamım
tırnaklarım uzamaz.
beni kimseler sevmez."